Azmi Karamahmutoğlu: Yasama yılının başlamasından bu yana sürekli sıcak tutulan yeni anayasa tartışmalarıyla beraber bu tartışmanın içerisine DEM Parti’nin de çekilmiş olması, yani şimdiye kadar kapatılması talep edilen terör örgütünün siyasal organı olduğu iddiasıyla kapatılması talep edilen DEM Parti’nin birdenbire adeta Cumhur İttifakı’nın bir aday bileşeniymiş gibi tokalaşmalarla bir araya gelindiği bir hafta yaşadık.
Şimdi burada ne olduğunu hem toplum hem aydınlar ve Dem Parti’nin kendisi de anlamaya çalışıyor. Aslında konuya hangi seviyeden başlanacağı ve adının ne konulacağı tam olarak kendileri tarafından da bilinmiyor fakat belli ki Pandora’nın kutusunun kapağı zorlanıyor, açılması için zorlanıyor.
Biz bir uyarıda bulunmak istiyoruz daha yolun başındayken. Pandora’nın Kutusunu açarsanız, cini şişeden çıkartırsanız varlığınızı tartışmaya açarsınız. Bugüne deyin sahip olduğunuz tarihsel birikimlerinizi, kazanımlarınızı tartışmaya açarsınız ki bu tarihsel kazanımların en yakın tarihi olarak 1071’den başlatalım. 1071’den bugüne deyin Türklüğün bu coğrafyadaki kazanımlarını tartışmaya açarsınız. Eğer maksadınız buysa biz bu kazanımları kelime oyunlarıyla ve müzakerelerle elde etmiş değiliz. Bu kazanımları elde ederken ödediğimiz bedeller vardır.
Şimdi bir anayasa değişikliği yapılmaya çalışılıyor malumunuz. Yapmaya düşündükleri anayasa değişikliğine ilişkin elbette ki bir toplumsal uzlaşı gerekir. Adı üzerinde anayasalar toplumsal sözleşmelerdir. Fakat görüyoruz ki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kendi aralarında, kendi içinde bile bir mutabakat yok, bir uzlaşı yok. Yani, Saraydaki kadrolar bir başka telden çalarken AK Parti Genel Merkezi başka bir havada, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki AK Parti Meclis Grubu apayrı bir havada, apayrı bir telden çalıyor.
Kendi aralarında bir birliğin olmadığını görüyoruz. Bunun en taze örneğini daha dün AK Partili, tarafsız olması gereken, AK Partili TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un yapmış olduğu açıklamayla yaşadık. Sayın Numan Kurtulmuş, anayasanın üçüncü maddesindeki bir cümlenin değiştirilmesini kendince teklif etti. Hoş gelen tepkiler üzerine daha gün akşamını doldurmadan bu sözlerinden ricat etti, geri adım attı. Çünkü saraydaki kadrolardan zılgıt yedi bir Meclis Başkanı olarak. Yani protokoldeki ikinci sıra olarak Sayın Meclis Başkanı zılgıt yedi anayasadaki bir memurdan ve geri adım attı söylediklerinden. Şimdi Numan Kurtulmuş’a şunu hatırlatmak isteriz ve aynı zihniyette olanlara. Bakınız, tekrar ediyoruz, Türklüğün bu coğrafyadaki kazanımları kelime oyunlarıyla elde edilmiş kazanımlar değildir.
Bunların hiçbirinden fedakarlık ve feragat etmeyiz. Çünkü eğer bunlardan birine sahibi olmamış olsaydık, örneğin bu devletin, Türk devletinin dilinin, resmi dilinin Türkçe olmuş olması şayet gerçekleşmemiş olsaydık, Şu gün başka bir kanun yürürlükte olsaydık ve biz Türk milliyetçileri bunu sağlamak, elde etmek için yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin resmi diri Türkçe olsun diye bir mücadele içerisine girmiş olsaydık ne kadar büyük, nasıl da külfetli bir mücadele vermek zorunda kalacağımızı biliyoruz, canlandırabiliriz gözümüzle.
Oysa şimdi bu zaten kazanılmış bir hak zaten elimizde. Öyleyse bunu muhafaza etmek için vereceğimiz, uğraşacağımız çaba, mücadele kazanmak isterken yapacağımızdan çok daha az.
Yani biz bunu güle oynaya yaparız. Sayın Numan Kurtulmuş üçüncü maddede bir cümlenin değiştirilmesini isterken yani ilk üç maddeden birinin revize edilmesini isterken bu ilk üç maddeyi koruyan kalkan olan, onlara kalkan olan dördüncü maddenin geçici olarak veya tamamen zırh olarak bu üçünün üstünden kalkması gerektiğini bilmiyor mu? Biliyor. Peki, bizim gözümüze perde çekeceğini mi zannediyor?
Peki, dördüncü maddenin kaldırılması demek ne demektir? Daha iki hafta önce siyasal dinci, siyasal Kürtçü Hüdapar’ın genel başkanını istediğiyle aynı şeyi istemek demektir. Hüdapar’la aynı politik düzleme düşmesi demektir. Meclis Başkanımız, Hüdapar’la siyasal dinci, siyasal Kürtçü Hüdapar’la aynı düzlemdedir.
Yani dördüncü maddenin kaldırılmasını doğrudan teklif edemeyen Numan Kurtulmuş, üçüncü maddenin revizyonunu tartışmaya getirmek istemiştir. Bütün bu yapılan tartışmalar değerli arkadaşlar aslında Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın tekrar tekrar Cumhurbaşkanı seçilebilmesi içindir. Yoksa sürekli yerdikleri 1982 Anayasası meşruiyetini halktan alıyor hem de büyük bir katılımla. Halkın onayından alıyor. Her ne kadar sivil anayasa olmamakta itham edilse de kaldı ki yüzde seksene yakını daha sonraki sivil hükümet tarafından değiştirilmiştir.
Şimdi işbaşındaki AK Parti hükümeti kendi meşruiyetini 1982 Anayasasından alırken 1982 Anayasasını rafa kaldıran politikalar gütmesi aslında kendi meşruiyetini hükümet olarak kendi meşruiyetini tartışmaya açması demektir. Yoksa Türkiye Devleti ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür cümlesinden herhangi bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşının rahatsızlık duyması için hiçbir sebep yoktur değerli arkadaşlar.
Bunu yapabilmek için ancak millet ve milliyetçilik karşıtı olması gerekir ki evet AKP iktidarı budur ve bunu AKP iktidarından cesaret bulan bazı toplumsal kesimler belli ki bir intikam duygusuyla hem cumhuriyetten ve hem de Türklükten öç alma kavgasına girişmişlerdir. 22 yılın sonunda Türkiye’de Türklüğü gerilettiklerini, Türklüğü zayıf bir döneminde yakaladıklarını zannederek evet şovenist bir düşmanlıkla Türk milletinin hakkına ve hukukuna karşı saldırıya geçmişlerdir.
Anayasal vatandaşlığı bile benimseyip sindirememiş bu etnikçi şövalyeler, Türk olmama, olamama kiniyle Türklüğün tarihi kazanımlarını, tarihsel kazanımlarını aşındırma çabasındalar. Bilinsin ki Anadolu ve Trakya coğrafyasında egemen güç olarak Türklük, bugüne değin kazandıklarını koruyabilecek kudrete sahiptir. Nasıl ki onu kazanacak kudreti var idi, onları koruyabilecek kudrete de sahiptir ve o kudret Türklük bilincinden ve gururundan kaynaklanmaktadır.
İşte, Zafer Partisi olarak bu bilinç ve gururla Türklüğe hasım tüm etnikçi saldırıları savuşturup Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının tamamını Anayasal vatandaşlık temelinde, barış ve kardeşlik içinde, el ele, dayanışma halinde, mutlu ve müreffeh bir ülkede yaşamalarının siyasetini güdüyoruz. Güdüğümüz bu siyaset seçmende karşılık buluyor, bulacağına inanıyor ve bu inançla çalışıyoruz.