ÜMİT ÖZDAĞ, “LİYAKATE GÖRE DEĞİL, İLAHİYATA GÖRE ATAMA; KATLİAM VE YIKIM!”

Zafer Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ:

Modern tarihin en büyük depremlerinden birisini ülkemizde 6 Şubat 2023 saat 04.17’de yaşadık. On binlerce insanımız, belki de çok daha fazlası hayatını kaybetti. Daha fazlası ne yazık ki hala enkaz altında. Asrın depremi; deprem öncesinde ve sonrasında yapılan yanlışlardan dolayı “asrın katliamına” dönüştü.

Deprem kadar depremzede yurttaşlarımızı sarsan; devlet kurumlarının deprem sonrasında örgütlü tepki gösterme ve yardım ulaştırma konusundaki yavaşlıkları idi. Çünkü AKP iktidarı devleti aciz bıraktı.

Yurttaşlarımız çaresizlik içinde, “Devlet nerede?” çığlığı ile AFAD’ı, Kızılay’ı, TSK’yı aradılar.

Biz Türklerde devlet, ‘Devlet baba’dır. Çaresiz kalan ve korkan çocuklar nasıl ‘baba’ diye bağırırlar ise halk da kendisini çaresiz hissettiği zaman “devlet baba” diye seslenir, “Neredesin?”

“Aslında devlet uyumuyormuş”

Halk, daha depremin ilk şokunu atlatmadan AFAD 05.02’de ilk raporunu hazırlamış, İçişleri Bakanlığı’na iletmiş. Aslında devlet uyumuyormuş. 05.35’te İçişleri Bakanlığı’nda ilk toplantı yapılmış. 05.38’de İçişleri Bakanı 4. seviyede deprem alarmı açıklamış ve bütün dünyadan yardım istemiş. 06.43’te de Kocaeli Belediyesi’nin hareketli mutfağı yola çıkmış. Sonra her şey aniden durmuş. 

Yunanistan, Ermenistan, İsrail, Japonya, İspanya, Meksika, Belçika ve diğer tüm ülkeler yardım için elinden geleni yaparken, bir can kurtarabilmenin telaşındayken birileri de yardım kamyonunun önüne parti afişi asmanın derdine düşmüşler!

Peki, ta Hindistan’dan, İspanya’dan gelen yardım ekipleri deprem bölgemizde bizden önce sahra hastaneleri kurarken, bizim sahra hastanemiz neden kurulamıyor? Bu tesadüf mü?  Askeri Hastanelerin kaldırılmasının yanlışlığı bir kez daha ortaya çıkmadı mı böylece? Kendi ülkemizde yabancı orduların sağlık sistemlerinin gerisinde kaldık.

1999 Gölcük depremi 03.02’de olmuştu. Gölcük Askeri Hastanesi 3.05’te alarm vermişti. 3 dakika sonra

03.15’de ekipman ve ilaçlar dışarı taşınmış, sahra düzenine geçilmiş, 05.45’te ilk yaralıların tedavisine başlanmıştı. 09.00’da İstanbul Kasımpaşa Hastanesi’nden saat 13.00’da Ankara GATA’dan takviye ekip ve ilaç gelmişti. 18.00’de hasta ve refakatçilerine sıcak yemek servisi yapılmaya başlanmıştı. 

Evet, şimdi bölge çok daha büyük. Bu doğru ama Türk ordusu her yerde var ve her yerde benzer bir hızlı reaksiyon gösterilebilirdi. Türk ordusunun bütün gücünü kullanma imkanı veren EMASYA Protokolü’nün kaldırılmasının yanlışlığı anlaşılmasına rağmen bu protokol geri getirilmedi.

Ayrıca; kışlaların içinde komutanlar ve askerler içleri içlerini yiyerek, isyan ederek dışarıdaki depremi seyretmek zorunda bırakıldılar. Oysa kışlalarda seyyar mutfaklar, seyyar tuvaletler, seyyar banyolar, seyyar fırınlar vardı. Yerinden kıpırdamadı. Asker kendi ülkesinde kışlalarına en önemli saatler olan ilk 72 saatte hapsedildi

Türk Deniz Kuvvetleri gemileri ilaç dahil tüm sağlık malzemelerini ve sağlık personelini derhal İskenderun Limanı’na getirip tahsis edebilirdi. Sağlık Bakanlığı’ndan talep etmek ve zaman kaybı yaşamak zorunda kalmazdı. Çok kıymetli 72 saati kaybettik.

Türk Silahlı Kuvvetleri, çok daha çabuk bir şekilde deprem bölgesine kitlesel olarak sevk edilebilirdi. Çok çok geç kalındı. Başlangıçtaki 3 bin 500 kişilik sayı ile sınırlı tuttular asker sayısını. Oysa Türkiye, Katar’da dünya kupası maçlarının güvenliği içinde 3 bin 500 polis yolladı. Deprem sonrası 10 ile ise 3 bin 500 asker. Olacak şey mi? Akılla izahı var mı bunun?

Beklenen depreme karşı olağanüstü hazırlıklı olması gereken AFAD, bırakın enkaz kaldırma ve insan kurtarma konusunu gelen yardımların koordinasyonu konusunda dahi sınıfta kaldı. Bazı belediyelerin ve sivil toplum kuruluşlarının yardımlarına olmadık engeller çıkardıklarını gördük sahada.

İş makinesi, operatör bulundu ama ‘AFAD’dan talimat gelmedi’ diye bu makineler bir süre atıl kaldı en önemli saatlerde. Yardım siyasallaştırılır mı? Evet, bunu söyleyince kızıyor birileri ama bu felakette kurtarmanın siyasallaşmasını da AFAD’cıların kurtarma noktalarına son anda fotoğraf çektirmek ve başkalarının emeklerine konmak için geldiğini de gördük. Sadece biz görmedik bütün dünya gördü.

AFAD neden sınıfta kaldı?

Çünkü AFAD üst yönetimi liyakatsiz. İşini bilmiyor. Liyakat ilkesi ile değil ilahiyat ilkesi ile seçilen bir yönetim ile karşı karşıyayız. Böyle olunca da deprem sırasında AFAD’ın eksikler tek tek ortaya çıktı.

Şimdi sayalım:

  1. Bölgeye giden ilk uçaklara önem derecesine bakılmadan tüm personel bindirildi.
  2. Bölgeye giden ekiplerin enkazlara yönlendirilmesinde sıkıntılar yaşandı.
  3. Köpekli arama/kurtarma çalışmalarında, operasyon bölgesinde veteriner hekimler ve ilgili tıbbi malzeme yoktu.
  4. Çadır ve gıda dağıtımında güvenlik boşluğundan kaynaklı olarak sistemik problemler ortaya çıktı; ihtiyaç sahiplerine çadır ulaştırılamadı.
  5. Çadırkentler nereye kurulacak, bu alanlar önceden belirlenmemişti, bilinmiyordu.
  6. Gelen yardımların depolanacağı alanlar tespit edilmemişti.
  7. Depo alanında tasnif ve dağıtım yapacak personel eksikti.
  8. Çadırların bir kısmı mevsim koşullarına uygun değildi.
  9. Depremle birlikte cep telefonu iletişiminin kesilmesi nedeniyle bazı koordinasyon problemleri yaşandı.
  10. Uygulanabilir “İl ve İlçe Afet ve Acil Durum Planları” yoktu veya mevcutları yetersiz kaldı.
  11. Yetersiz güvenlik önlemleri nedeniyle yağmalar meydana geldi.

Bu saydığım 11 maddeye çok daha fazla maddeler muhakkak siz ekliyorsunuz beni dinlerken.

Bu 11 maddenin hiçbirini ben söylemedim biliyor musunuz?

Bu maddeleri AFAD’ın tam 12 yıl önce hazırladığı kendi raporunda kendi eksikleri olarak yazmış!

Aradan 11 sene geçmiş ‘eksiklerimiz’ diye listeledikleri her şey deprem sahasında fazlasıyla yaşandı. Binlerce canın kurtarılmasına engel oldu bu eksikler de.

Bakanlar değişti, başkanlar değişti, ölenler değişti ama ne AFAD ne de AKP iktidarının zihniyeti değişti!

Unutmayın ki ders, siz öğrenene kadar devam eder!

Neredeydi Kızılay?

Bir de deprem bölgesinde göremediğimiz Kızılay vardı. Neredeydi Kızılay?

Türk Kızılay’ı resmen holding oldu. Holdingleşme ile birlikte Kızılay hayır kurumu işlevini yitirerek, mal alan-satan bir ticarethaneye dönüştürüldü.

Halk enflasyonun altında ezilip yoksullukla boğuşurken yardım kuruluşu Kızılay; 11 şirketi, 11 Genel Müdürü, 1 CEO ve 1 CEO yardımcısı, çok sayıda iktidar yanlısı danışman, iktidar mensuplarının işe yaramaz elinden iş gelmeyen çocuklarının istihdam edildiği yer, kiralanan yalılar, harcanan maaşlar ve gittiği yeri belirsiz olan milyarlarca liralık harcamalarıyla iktidarın, AKP’nin kişisel şirketine dönüştürüldü.

Kızılay, iktidar partisinin uzantısı gibi hareket ediyor. Kadroları iktidar partisinin üyelerince dolduruldu.

Kızılay’ın başlattığı kan bağışı kampanyası da tıpkı diğer yardım hizmetleri gibi tarikat, cemaat ve AKP propagandasına dönüştürüldü.

Menkul ve gayrimenkul satışları gerçekleştirerek buradan elde edilen gelirleri tarikatlara aktardı. Tarikatlar Kızılay’ı bir tür banka gibi kullanıp ‘vergisiz’ para transferi gerçekleştirdi. Bağış ve yardımlarla ayakta duran Kızılay, girişimci ve işletmecilere finansman sağlama kisvesi altında “maliyeciliğe” soyundu, kuruluş temel ilke ve prensiplerini çiğnedi. Toplanan kurban yardımları Kızılay’a bağışlanmasına rağmen Kızılay bu gelirleri tarikatçı ve cemaatçi değişik dernek, vakıf ve organizasyonlara nakit olarak aktardı. Kızılay, çocuk tecavüzüyle gündeme gelen Ensar Vakfı’na 8 milyon dolar bağışladı. Kızılay’ın bağışladığı bu 8 milyon doları da Ensar Vakfı; ABD’deki TÜRGEV’le ortak kurduğu bir başka vakfa bağışlamış. Şimdi bu bağışlarla New York’a gökdelenler dikerken Malatya’da insanlar soğukta çadırsız titriyorlar. Bina yükselttikçe itibarının da yükselteceğini zanneden zihniyetin, olmayacak duaya amini oldu Kızılay!

Adını bizzat Mustafa Kemal Atatürk’ün verdiği ‘Kızılay’ herhangi bir kurum değildir. Kızılay’ın damarlarında bu asil milletin kanı dolaşır. Mevcut Kızılay yönetimi bu kana ihanet etti. Bu ihanet en somut bir şekilde son yaşadığımız depremde ortaya çıktı.

Asrın depreminde asrın katliamı yaşanırken depremin en ağır hissedildiği 10 kentte ilk günlerde güvenlik yoktu. Polis, jandarma ve asker sayısı yetersizdi. İlk saatlerde anlarız, polis ve jandarma da betonların altında kalmış, yakınlarını kaybetmiş, kendileri ölmüş ve tam anlamıyla depresyondaydılar. Dışarıdan hemen takviye gelebilirdi, gecikti.

Suriyelilerin tavırlarından, yaptıklarından Türk halkı çok ama çok haklı olarak şikayetçi oldu. Adeta gasp ettiler, saldırdılar yardımlara. Türkleri geriye ittiler. Her vatandaş bundan şikayet etti. Bununla da kalmadı. Yağma ve soygunlar yayıldı. Yardım araçlarının yollarda çevrilip soyulması bir yana, ölü   soyucular türemişti. Halk cenazelerini toplayamadı. Günlerce sokaklarda halılara sarılmış torbalara konulmuş cenazeler koktu ve hayvanların parçalamasından korkuldu.

Sınır güvenliği hiçbir zaman gerçek anlamda yoktu. Deprem sırasında da değişik grupların girip çıktığını gördük. Sayılar hiçbir zaman abartıldığı kadar yüz binler, milyonlar olmadı. Havalimanlarında da güvenlik yok, uçaklar doldurulup doldurulup kaldırılıyor! Uçağa binen kim, inen kim belli değil. Bölgeden depremzedeleri tahliye etmek için kalkan otobüslerin kimi nereye götürdüğü belli değil. Tam bir karmaşayla karşı karşıyaydık

İşte depremin en önemli ilk günleri, en kritik 72 saati böyle geçti.  Gelen yabancı yardım kuruluşları dahi doğru dürüst yardım edemediler.

Şeyma, Kahramanmaraş’ta yaşayan genç bir kızımızdı. 3 Kasım 2020’de bir tweet attı: “Kahramanmaraş’ta bir deprem olur, Elazığ ve İzmir depreminde hayatını kaybedenler gibi ben de ölürsem ölümümün hesabını sorun.” Şeyma’ya ve binlerce Şeyma ile aynı kaderi paylaşan insanımıza söz veriyoruz: Asrın katliamının hesabını soracağız.

Deprem sonrasında bir yandan Antakya’da yıkılan binalardan toplanan delillerin bulunduğu tek katlı sağlam kamu binası kimin verdiği belli olmayan bir emir ile yıkılıp deliller yok edilirken, kamuoyunun tepkisini azaltmak için bir müteahhit tutuklama operasyonu başladı.

Organize bir suç, rant şebekesi söz konusuyken bu konu sadece müteahhit avı ile sonucu vardırılamaz! Başka hiçbir kurum ve kuruluştan hesap sormadan bir-iki müteahhit nefret objesi haline getirip, bir-iki sene göstermelik ceza evine tıkılır, halktan bağış toplanıp yaraları sarıp, ölenler öldüğüyle kalıp, tüm sorunları sütten çıkmış “AK” kaşık gibi halledemezsiniz. Hadi oradan!

O müteahhidin yaptığı binanın projesinin altında imzası olan bütün kurumlardan hesap sorulması gerekiyor ve biz o hesabı soracağız. Müteahhit olmadan dahi bina yapılmış olsa buna göz yuman belediye var, imar afları ile tüm bunları yasal hale getiren, kaçak inşaat yapmayı gelir kapısı haline getiren siyasetçiler var.

Belediye rantı, ideolojiyi, fikri yenmiş durumda. Halk dalkavukluğu, halkçılığı yendi. İmar rantıyla, din ticaretiyle, rüşvetle iş gören sermaye çevrelerinin siyasetteki uzantısı, iş takipçisi olarak çalışan siyasetçi kamuculukta, planlamada, halkçılıkta ısrar eden, dürüst, erdemli cumhuriyet bürokratlarını yendiler.

Şimdi on binlerce canın hesabının siyasi ve hukuki olarak sorulması gereken zaman.  Bu organize suç ve rant şebekesini görmezden gelerek, bunların hiçbirine dokunmadan sadece laf olsun diye bir-iki müteahhitten sözde hesap sorularak katliamın üstünün örtülmesine Zafer Partisi olarak asla izin vermeyecek, takipçisi olacağız!

Tüm siyasi partileri de kendi belediyelerinden hesap sorulmasının önünü açmaya, bu anlamda öncü olmaya davet ediyoruz! Depremde enkaz altında kalan 10 kentimizin AKP, CHP ve MHP belediyeleri hesap vermeye hazır mısınız?

Malatya’da 88 bin 507, Kahramanmaraş’ta 144 bin 556, Hatay’da 205 bin haneyi imar barışı kapsamına sokmakla övünen iktidara karşı birleşmeye hazır mısınız? Hesap sormak için birleşmeye hazır mısınız? Biz, Zafer Partisi olarak bu hesabı sorma konusunda kararlıyız.

Sözlerimi sevgili Türk milletine teşekkür ederek bitirmek isterim.

Bu büyük felaket karşısında dahi    sarsılmaz bir yardım iradesi ile ayakta dimdik durdun.  Birlik ve beraberlik içinde yaraları sarma mücadelesine hiçbir kurum öncü olmadan sen başladın.

Sevgi sana, saygı sana, selam sana Türk milleti.

Comments are closed.